ANLAYIŞLI OLMA SANATI
Anlaşılmak, anlayış görmek istiyorsak atabileceğimiz en sağlam ilk adım, anlamak ve anlayış göstermektir; anlayışlı bir insan olma sanatını öğrenmektir. "Nasıl yapsam da onu daha iyi anlayabilsem, ona daha fazla anlayış gösterebilsem?" diye sormakta yarar vardır.
Siz kendi anlayış yeteneğinizi geliştirdikçe bunun eşinize de yansıdığını göreceksiniz. Sizin yarattığınız ortam eşinizi de etkileyecek onun da daha anlayışlı olmak için çaba sarf etmeye başladığını göreceksiniz.
Bize danışanlardan birçoğu bu konuda onlara belirli yöntemler, teknikler öğretmemizi isterler. Ama anlama, anlayışlı olma sanatını size kimse öğretemez. Anlayışlı olma sanatının temelinde gereğini derinden kavrayabilmek yatar. Bunu da ancak, anlayışlı olmayı denerken hissedebilirsiniz. Yine de burada, başkalarına bu konuda yarar sağlayan birtakım öğütleri sıralayalım:
Dinleyin ve Gözleyin
Gündelik yaşantının sayısız işlerine ve sorunlarına kendimizi öyle bir kaptırırız ki çevremizdekilere yönelttiğimiz ilgi ve dikkat azalabilir. Eşimizin kaşlarının çatılması, ayaklarının sürüklenmesi, ağzının kızgınlıkla çarpılması, sesinin düzlüğü ve ondaki istek yitimini ortaya vurması, gece uyku bozuklukları... dikkatimizden kaçabilir. Kendi kendinize, "Dur ve dinle! Dur ve bak!" demeye alışın ve bu dikkati, uyanıklığı huy edinin. Ancak gerekli olan, eşinizin yüzüne bakmak değil, onun içini görmek, işitmektir.
Kavrayın
Kendi içinize dönerek, bunun arkasından ne geleceğini kavramaya çalışın. Bu, size ne söylüyor? Sizin için ne anlam taşıyor? Sizde nasıl duygular uyandırıyor? Karşınızdakinin neler duyduğunu sanıyorsunuz? Kimi zaman onun durumunu bir çırpıda anlarsınız. Kimi zaman anlayış mekanizması daha ağır işler. Her şeyi açıkça derinden duyumsadığınız da olur, içimizde şöyle bir anlık ufak bir ışık yanıp sönmüş gibi de olur. Bu ışığa mim koyup üzerinde düşünürseniz karşınızdakinin duygularına ilişkin daha açık, daha derin bir anlayışa erişebilirsiniz.
Sizin ona kulak verip dinleme konusunda gösterdiğiniz yeni tutum belki de eşinizi ne istediğini ve neye sıkıldığını daha serbestçe açıklamaya itecektir. O konuştukça "can kulağı" ile dinleyin. Onu yarı yolda karşılayabilmek için duyu ve duygularınızı seferber edin. Onun yalnız söylediklerini değil "söylemediklerini" de dinleyin.
Anladığınızı Belli Edin
Dinlediklerinizi iyice içinize sindirdiğinizi hissediyorsanız, onunla iletişim kurmaya, onu anladığınızı belirtmeye hazırsınız demektir. Belki söze şöyle başlayabilirsiniz: "Bu konuda biraz yılgınlığa (veya 'aşırı üzüntüye' ya da 'aşırı kızgınlığa') kapılmış olmadığından emin misin?" Bu, eşinizin konuşmasını sağlayan bir kapı açacaktır. Siz "anten"lerinizi çalıştırıp onun dediklerini ta içten kavradıkça belirttiğiniz görüşler onun daha da açılmasını sağlayacaktır. Oysa, başlangıçta, "Merak etme şekerim, her şey düzelir," der çıkarsanız, olumlu konuşmanıza karşın onun yüzüne bir kapı kapamış gibi olursunuz. "O kadar kötü değilmiş, canım, daha beter olabilirdi." gibi kestirip atıcı sözler onu konuşmaktan caydırır. Önce dinleyin, açılmasını sağlayın, sonra avutun. Kullandığınız avutucu sözler onun sorununu küçümsüyormuş gibi bir hava taşımasın.
Dertli kişiyi zorla neşelendirmeye çalışmak iyi sonuç vermez. Siz kendiniz derinden dertli, sıkıntılı olduğunuz bir sırada biri çıkıp size, "Boş ver, bu da geçer! Zaman her derdin dermanıdır!" gibi bir laf etse hoşunuza gider mi? "Sen kendi haline gene şükret, senden kötü durumda olanlar var!" uyarısı sizi avutmaya yarar mı? "Canım mantıklı ol! Ortada böyle sinirlenecek bir durum yok!" görüşü sinirlerinizi yatıştırır mı? Tam tersine. Gerçekten dertli ve sinirli olduğumuz sırada bu gibi beylik ve sudan avuntularla karşılaşırsak içimizden, "Bu kişi beni anlamak şöyle dursun, beni mantıksız, değer bilmez, iradesiz biri yerine koyuyor!" diye düşünüp daha da sıkılırız.
İlkin şu sıkıntılı duygular ortaya dökülsün, dinlenilsin, yatışsın, bakalım! İçini dökmek kişiyi en güzel öğütten daha çok avutur, rahatlatır ve onun mantıklı, sağduyulu olmasını daha kolaylaştırır. Kısacası, herhangi bir avuntu sunmadan, herhangi bir fikir yürütmeden önce: "Seni anlıyorum. Neler hissettiğini biliyorum," demeyi deneyin. Hatta bunu her zaman sözle söylemeniz bile gerekmez. Anlayışınızı belirtmenin öyle çok ve çeşitli yolları vardır ki: kadınların, eşine bir fincan kahve yapıp getirmesi; erkeklerin, eşinin işinin ucundan tutması. Gece yatakta dönüp durduğunu fark edince ona sarılmak. Bir kucaklayış, bir öpüş, bir dokunuş, tek bir bakış: "Seni anlıyorum!" demeye yeter.
Yeter ki siz gerçekten anlayın. Çünkü duyduğunuz anlayış gerçek ve içten değilse, ne deseniz, ne yapsanız, boştur. Duruşunuz, oturuşunuz, başınızı tutuşunuz, sesinizin tonu... bütün bunlar sizin içtenlikli olup olmadığınızı hemen ele verir. Duygunuz başka, sözünüz başkaysa, karşınızdaki sizin sözünüzü değil duygunuzu işitecektir.
İçtenlikli Olun
Duygularınızı yansıtmayan konuşmalar meyve vermez. "Seni öyle iyi anlıyorum ki!" sözleri, sırasında karşınızdakine alay gibi gelebilir. Birtakım durumlarda temcit pilavı gibi öne sürülen kalıplaşmış laflar vardır. Karşınızdakine anlayış göstermek gereğini duyarak kolaya kaçıp bu beylik sözleri gevelemeye heveslenmeyin. Bekleyin. Gerçekten samimi iseniz duygularınızı söze vurun. Örneğin kızgınsanız, anlayışlı olacak bir havada değilsiniz demektir. Bu durumda söylenen onaylama sözcükleri sorunlardan kaçış anlamına gelir.
Hissetmediğinizi Söylemeyin
Bu geçerli bir yöntemdir. Eşinizi anlamak, anlayışla karşılamak için çaba harcayın, hatta kendinizi zorlayın. Ama bu "anlama" ve "anlayışı" ta içten hissetmiyorsanız sakın kelimelerle ortaya dökmeyin. Olumsuz duygular ortaya dökülmüş, açık açık dile getirilmiş, gene de anlayışla karşılanmıştır. Bu durumun yerine yerleşmesiyle birlikte ilişki bambaşka bir niteliğe bürünmeye başlar: eşlerin karşılıklı güvenleri arttığı gibi kendi kendilerine olan güvenleri de artar. Aralarında daha tatlı bir yakınlık doğar. Bir evli kadının dediği gibi, "Öfkeli, kederli duygular boşalınca yerine güzel duygular dolar."
Kısacası, kızgınlığının anlayışla karşılandığını gören eş daha sonra duygularını çok daha rahat açabileceği gibi kendisi de karşısındakine daha anlayışlı davranmaya başlayacaktır. Demek ki bundan böyle duygular içe gömülerek sinir sisteminde yıkım yapmayacak, olmadık biçimlerde patlak vererek kavga, geçimsizlik yaratmayacaktır. Duyguların ortaya vurulup anlayışla karşılanmasından bir yarar daha doğar: Olumsuz duygu sahibi kişinin davranışları olumlu olmaya başlar.
Bir örnek verelim: Bir kadın, işteki amirine kızmış ve müdüre bu kişinin işten atılmasını öneren bir mektup yazmaya karar vermişti. Öğle üzeri bir arkadaşıyla buluştu. Yemek yerlerken her şeyi anlattı. Arkadaşı, onu sabırla, anlayışla dinleyince genç kadın öyle rahatladı ki, öfkesinin hızı kesildi ve belki de herkesten çok kendine zarar verecek olan o mektubu yazmaktan vazgeçti.
Karı koca arasında da benzer durumlar ortaya çıkar. Olumsuz duyguları sabır ve anlayışla karşılanan eşin, davranış ve tutumları da olumlu olmaya daha yatkın olmaya başlar. Çocuklara kızmış olduğunu tahmin ettiğiniz karınıza şöyle diyebilirsiniz: "Bütün gün beraber olduktan sonra çocukların seni nasıl çileden çıkardıklarını anlayabiliyorum. Söyle bakalım: Bugün yine ne yaptı yaramazlar?" Onun şikâyetlerini sabırla ve ondan yana bir tutumla dinledikten ve, "Sinirlenip öfkelenmekte haklısın, şekerim," diye anlayışınızın altını bir kez daha çizdikten sonra, "Gene de çocukları pataklamakla bu işten bir sonuç alabileceğimizi sanmıyorum." Demin öfkeden evi birbirine katan eşiniz boynunu bükerek, "Peki, ne yapayım?" diye size sığınırsa hiç şaşmayın. Oysa onun öfkesini kınayarak, "Ne dövüyorsun çocukları? Çocuk dayakla adam edilir mi?" gibilerden bir tepki göstereydiniz durumun nasıl büsbütün kötüye gideceğini düşünebilirsiniz!
Hoşgörüsüzlükten hoşgörüsüzlük doğar. Hoşgörüyse hoşgörüyü körükler. Herkes duyup düşündüğünü açıkça ortaya vurunca, "Peki ne yapalım?" sorusuna daha olumlu, barışçıl ve ortaklaşa bir yanıt bulmak kolaylaşacaktır. Şimdi bunları okudukça sizin de bundan böyle daha anlayışlı olmaya karar verdiğinizi duyar gibi oluyorum. Okuyunca kolay gibi geliyor. Ne var ki denediğinizde her şeyin böyle düzgün, pürüzsüz yürümediğini göreceksiniz. O zaman, "Olacak şey değil!" diye bu deneyden caymak isteyebilirsiniz. Ne var ki kendinizi zorlayıp biraz daha dayanırsanız siz kazançlı çıkarsınız. Kat ettiğiniz aşamalar, o sırada ayrımlanmayacak kadar küçük olabilir, gene de sizi sürekli ileriye götürecektir. Uykuda yapılan bir tren yolculuğu gibi, gözlerinizi açtığınızda gayenize ulaşmış, istediğiniz istasyona varmış olduğunuzu görebilirsiniz. Genelde, eşinizin sizinle ilgisi olmayan konulardaki olumsuz duygularına anlayış göstermek daha kolaydır da ucu size dokunan olumsuz duyguları anlayışla karşılamak daha zordur. Kocanızın işiyle ilgili öfke ve korkularını dinlemek daha kolaydır da konunun sizi alakadar ettiğini sezdiğiniz zaman aynı hoşgörüyü göstermek daha bir yürek ister. Hele bu olumsuz duygular sizi doğrudan hedef alıyorsa durumunuz gerçekten güçtür. Bu gibi durumlarda en olağan ve doğal tepki hemen parlayıp karşı çıkmaya başlamak ve savunmaya geçmek olur. Çoğunlukla "gurur" yüzünden yaparız bunu. İçten içe eşimize hak versek de, söylediğinin doğru olduğunu bilsek de yine ona karşı çıkarız.
Oysa bir de şu olasılığı düşünün: Ya eşiniz hoşnutsuzluğunu açıkça yüzünüze vuracağı yerde baskı altında tutsa? Bir çatı altında karı koca olarak yaşadığınıza göre onun size ilişkin olan olumsuz duygularını sezinlememeniz olanaksızdır. Bunların açıklığa kavuşturulmaması ikinizi de sinir gerilimine itmeyecek mi? Böyle bir durumda ilk adımı sizin atmanız belki en doğrusudur. Örneğin: "Bu sabah, sevişme isteğine cevap vereceğim yerde uykum var demekle, gönlünü kırdım sanıyorum," demek; başlamış olan bir gerilim ve soğukluk döneminin uzayıp gitmesini önlemek demektir.
En iyi anlaşan çiftlerde bile eşlerin duyguları her zaman ille birbirini tutmaz. Her birimizin duyguları kendine göredir ve çoğu zaman çevremizdekilerin duygularıyla çatışır. Bunun insancıl ve olağan olduğunu kabul edersek fırtınaları daha kolay atlatırız. Karşılıklı iç döküşler, kızgınlığı dışa vuruşlar eğer eşlerin birbirini sevme isteği sürüyorsa, sevgiyi onarır, tazeler. Herkesin olumlu ve olumsuz, iyi ve kötü anları olur, ama zaman zaman anlayış boy gösteriyorsa, bu tutum anlayış görülmeyen zamanların da bütün sıkıntısının da atlatılmasını sağlayacaktır.